Zeynep, sıradan bir genç kadından fazlasıydı; içindeki çığlığı kimse duymuyordu. Gün geçtikçe artan tehditler, bıçaklı saldırılar ve dayaklarla dolu bir hayatın içindeydi. Ancak onun hikayesi, sadece bir trajediden ibaret değil; aynı zamanda bir toplumsal isyanın da habercisi. Zeynep, yaşadığı kabusu ve bu kabusun sonuçlarını, sesinin ne kadar güçlü olduğunu tüm Türkiye’ye duyurmak için haykırıyor. "Öldürüldüğümde sesim duyulacak mı?" diye soruyor. Zeynep’in hikayesi, birçok kadının yaşadığı benzer olayların bir temsilcisi olarak toplumda yankı uyandırma potansiyeli taşıyor.
Zeynep, 25 yaşında, resim öğretmeni ve hayalleri olan bir genç kadındı. İstanbul'un kalabalığı içinde kaybolmaya çalışırken, kendisine yönelik artan şiddetin gölgesinde yaşamak zorunda kaldı. Ancak bu durum, ne Zeynep’in ne de çevresindekilerin kabul edebileceği bir gerçekti. Terk edilmiş sokaklarda, güvensiz ortamlarda, korku içinde geçen günleri bir noktadan sonra dayanılmaz hal almaya başladı. Zeynep, bu korkuyla yaşamayı öğrenmek yerine, onunla yüzleşmeye karar verdi. Fakat, yaşadığı tehditler ve bıçaklı saldırılar, durumu daha da kötüleştirdi.
Aldığı tehditler, başta aile fertleri ve yakın arkadaşları olmak üzere herkesin gözünde kaygı yarattı. Zeynep, kadın cinayetlerinin artış gösterdiği, feminizmin öneminin yeniden tartışıldığı bir dönemde, kendini bir savunma mekanizması olarak kabullendi. Ancak Zeynep’in hikayesi, sadece şiddet mağduru bir kadının hikayesi değildi; aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve kadına yönelik şiddetin bir mikro örneğiydi. Onun yaşadığı sıkıntılar, yalnızca kendi hikayesi ile sınırlı kalmadı; Türkiye genelinde birçok kadının yaşadığı bir dramı gözler önüne serdi.
Zeynep’in isyanı, "Öldürüldüğümde sesim duyulacak mı?" sorusuyla birlikte büyüdü. Şiddet mağdurlarının yaşadığı korkunç deneyimler ve medyanın ilgisi, Zeynep gibi bireylerin hikayelerinin daha geniş bir kitle tarafından duyulmasına vesile olmalıydı. Ancak Zeynep, kendisinin de bir zamanlar hayal ettiğinden farklı bir noktaya itildiğini fark etti. Kadınların yaşadığı şiddet olayları karşısında toplumun tepkisiz kalması ve yeterli tedbirlerin alınmaması, bu tür olayların birer kader haline gelmesine sebep oluyordu. Kadın cinayetleri, sadece başkalarının başına geliyormuş gibi algılanırken, Zeynep’in sesi ve hikayesi bu durumu sorgulamak için bir çağrıydı.
Zeynep, yürüttüğü sosyal medya kampanyalarında, hem yaşadığı durumu geniş kitlelere duyurmayı hem de diğer kadınlara cesaret vermeyi hedefliyordu. "Artık susmak yok!" diyerek kendisi gibi olan diğer kadınlara şu mesajı veriyordu: "Hayallerimize, hayatlarımıza sahip çıkalım. Belki benim sesim duyulmayacak, ama birlikte olursak, sesimiz daha gür çıkar." İşte Zeynep’in bu cesareti, birçok kadına umut oldu. Zeynep, bunun yanı sıra, kadına yönelik şiddetle mücadele eden derneklere ve aktivistlere destek olarak, bu mücadelenin bir parçası olmayı da seçti.
Zeynep’in hikayesi, sadece bir bireyin yaşadığı dehşet değil, aynı zamanda toplumun genelinde var olan bir sorunun ciddiyetini de gözler önüne seriyor. Her gün yeni bir kadının şiddet veya cinayet kurbanı olduğu Türkiye'de, Zeynep gibi kadınların sesi çıkmadığı sürece, bu döngü kırılmayacak. "Öldürülmeden önce haykırdım, umarım sesim ulaşır." sözleriyle, gelecek nesillerin bu savaşta daha güçlü olmasını umuyor.
Sonuç olarak, Zeynep’in hikayesi, kadınların cesaretinin ve dayanışmasının bir simgesi haline geliyor. Şimdi Zeynep’in sesine kulak verme, onu duyma zamanı. Zeynep’in isyanı, tek başına değil, yakan bir ateşin parçası olduğu için kıymetli. 'Bireysel bir duruş' değil, toplumsal bir isyan yaratmanın tam zamanı!